30 Mart 2012 Cuma

İki cami arasında aşk

Mürvet SARIYILDIZ imzalı bir kitaptır. İnternette dolaşmaya başlayan alttaki hikaye anlatılmaya çalışılmıştır lakin tam bir hüsrandır.Kitabın kalın gözükmesi adına 1 sayfa boş 1 sayfa dolu olarak basılmıştır. Sürekli Mimar Sinan'ın kafa sesini okursunuz. Muhteşem Yüzyıl ile tırmanmaya başlayan Osmanlı büyüklerini kadın delisi olarak gösterme yarışına katılmıştır. Koskoca Mimar Sinan onca şeyler yapmışken farklı şeyler okumak insanı kitap okumaktan soğutuyor efendim. Birde kitabın ana konusu olması gereken alttaki hikaye son 10 sayfada yalap şalap anlatılmış ve anlamak için internette aratıp bir daha okumam gerekmiştir. Rivayete göre Koca Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan'a kavuşamamıştır ama ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Kimi sanat tarihçilerinin iddialarına göre, Mihrimah Sultan adına yapılan külliyelerin duru, gösterişsiz ve asil duruşuna rağmen içinin alabildiğine aydınlık olmasında da Sinan'ın duygularının izleri sürülebilir. Acaba Sinan Mihrimah Sultan'ın iç güzelliğini bu şekilde mi anlatmaya çalışmıştır? Yine iddialara göre Sinan'ın Mihrimah Sultan'ın eşi Rüstem Paşa için yaptığı caminin çinileri ve süslemelerinin tüm ihtişamına rağmen diğer bütün yapılarının aksine daha karanlık olmasının altında da bu aşkın izleri vardır. Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır da gizlemiştir. Mihrimah Sultan'ın Güneş'le Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (Nisan ve Mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır. Mimari ve Aşk adlı belgesele danışmanlık yapan Prof. Dr. İlber Ortaylı, bu aşkın hiçbir şekilde belgelenemediğini vurgulayarak, "Hikâyenin bir fanteziden, efsaneden öteye geçmesi mümkün değil. Kişi Mimar Sinan da olsa imparatorluğun sadrazamının tek eşine böyle duygular beslenmesi hayatının sonu anlamına gelir. Camilerin yerleri seçilirken veya mimarisinde, Mihrimah Sultan'a özel hesaplar yapılmış olması da bu aşkın varlığını kanıtlamaya yetmez. Mimar Sinan, hangi eserinde hesap yapmamıştır ki?" diyor. Mimar Sinan hakkındaki en kapsamlı kaynak olarak bilinen "Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu'nda Mimari Kültür" isimli kitabın yazarı Harvard Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Gülru Necipoğlu da bu aşkın ilk kez Arthur Stratton isimli yazar tarafından dile getirildiğini belirterek, "Stratton, 1972 yılında Londra'da yayınladığı Mimar Sinan'ın biyografik romanında ikisi arasında bir aşk kurgusu yapmış. Ancak bunu yaparken belirttiği herhangi bir kaynak yok. O zamandan beri dilden dile dolaşan bir hikâye bu. Tarihle ilgili bir şey söyleyeceksek ancak belgeler üzerinden konuşabiliriz. Böyle bir kaynak olmadığı için de anlatılan aşkın tamamen hayal ürünü olduğunu düşünüyorum" dedi. Belgeselde Mimar Sinan'ın iki cami arasına gizlediği aşkını anlatan Prof. Dr. İskender Pala ise filmde mecaz bir anlatım kullanıldığını söyleyerek "Mimar Sinan, bir kadına âşık olsaydı bu kişi Mihrimah Sultan olurdu. Bana göre âşıktı ki iki abidede onun ismini bir araya getirdi. Adını kıyamete kadar yaşatacak iki abideye imza attı. Bunu yedi-sekiz sene evvel bir akşamüstü kendi gözlerimle gördüm. İki külliyeyi de gören bir yerde duruyordum, birinden güneş batarken, diğerinden ay doğuyordu. O an gözlerimdeki perde açıldı. Mimar Sinan, bilimadamı olduğu gibi aynı zamanda bir sanatçı. Şairlerle dost. Baki'yle yakın arkadaş. Eserlerinde de şiirsel bir anlatım olması çok doğal" diyor.

NEDEN unutmadığımızı düşünürüz ?

Öncelikle şu müziğimizi açalım
http://fizy.com/#s/16k3aa

ne yazacağımı bilmiyorum aslında. neyi, neden , nasıl....

ummadığın bir anda çıkar karşına deli olursun bir de yetmez divane olmanı ister.
"aman canım senden çokmu " dersin.

seversin karşılıksız bir şekilde tabiri caiz ise köpekler gibi seversin. beraber paylaştığın yastık hava kalem eldiven aklına hep onu getirir. getirir getirmesine ama zamanın ilerlemesi de mecburi ayrılıkları getirir. omuzlarda yollarlar seni askere en büyük asker bizim asker diye, kamuflaşları giydikten 90 gün sonra kendini ansızın Çukurca'da bulursun hani haritanın en sonu ötesi olmayan, dönüşünün dualara, şükürlere, sadakalara kaldığı yer. seversin oralarıda saçmalıktır ama el bombasının patlaması, havan sesleri, çatışma kargaşasından haz duyarsın adete orgazm olursun. onda kurşun ıskalarken seni telefonda duyduğun 2 kelime iki kaşının ortasından vurur seni. """"""BİTTİ ARTIK""""""

ney bitti?

sevgimiz mi, sevgin mi, aşkmı ne bitti çözemezsin ama bitmiştir. işte bundan sonradır cehennem azabı önceleri nefes alamadığını hissedersin etrafa boş boş bakmanın ne olduğunu anlarsın. ansızın gözlerinden süzülen yaşların sebebini kendine sormak istemezsin bile.

aradan yıllar geçer ve hala unuttum mu seviyormuyum yoksa umurumda bile değilin sağlamasını yaparsın hangisi doğrudur acaba bir türlü doğru cevabı veremezsin kendine.

bir gün evet bir gün haberini alırsın 2 gün sonra nişanı var.

ilk duyduğunda tepkin okadar normaldir ki kendine bile şaşırırsın aklından geçirirsin üzülmen lazımdı diye ama yapamazsın neden üzülesin ki evet farkına varmışındır artık umrunda değildir yüzüne istemsiz bir gülümseme yerleşir.

Farkına varırsın artık senin için yeni bir milattır.

29 Mart 2012 Perşembe

YOKSUN

Sessizlik çınlıyor kulaklarımda
Bir ben, sigara dumanı ve karanlık odam
baş başayız
ben anlatıyorum, onlar dinliyor.

Sensizlik çınlıyor kollarımda
Bir ben, sigara dumanı ve karanlık odam
Özlüyorum doyamadığım kendine has kokunu ve bakışlarını
Yoksun artık biliyorum ama kabullenemiyorum
Acı çekiyor bedenim, ruhum, zihnim
Artık NEDEN gülmüyor gözlerim biliyorum......

28 Mart 2012 Çarşamba

Neden ? Sevgiye açız

Evet sen neden hiç düşündün mü? Neyi mi?

Doyumsuz olduğunu bitmek bilmeyen isteğini sevgi susuzluğunu....

Sevmek ister insan sevebilmek, sevdiği kadar da sevilmek.Bundan daha masum bir istek varsa oda bir bebeğin meme istemesidir. Ama bilemeyiz hiç bir zaman bu isteğimizin sınırlarını, çitlerle çevreleyemeyiz etrafını diktatör bir yönetici gibi hep daha fazlasını isteriz hep fazlasını ve farkına varmayız aslında elimizdekileride kaybedeceğimizi......



İlk başlarda beni seviyormusunlar gelir
daha sonra beni seviyorlar
veee işte o müthiş cümle artık beni sevmiyorlar takip eder sevgisiz gözüken sevgileri.

Kolaymıdır aslında sevdiğin kişiye seni seviyorum demek ya da karşındakinin sana seni seviyorum demesi

Zor olmamalı, lakin kolayda değildir. Söylemek istersin ama düğümlenir boğazına çıkmaz bir türlü kusamazsın sevgini kalır orda bir yumru gibi. Karşındaki de sana inat üsteler hadi söyle diye ama bilmezki senin neler çektiğini

Bir gün gelir toplarsın tüm cesaretini ilk defa elini tutuyormuşun gibi titrer yüreğin ve dişlerin birbirine çarparak bırakır aralarından o büyülü sözleri SENİ SEVİYORUM...........
İşte söylemişindir birkere özgürlüğünü almış mahkum gibisindir adeta kırmışındır zincirlerini dünyaya haykırmak istersin seviyorum, seviyorum, seviyorum

Gel zaman git zaman sakız olur ağzında bu laf ne değeri kalır ne kıymetinin farkındasındır. Merhaba nasılsınla başlayan cümlelerin sonuna konur nokta gibi ne kalbin atıyordur ne karşındaki anlıyordur hissettiklerini bitirmişindir ve yoktur artık o hislerin.

Sadece senin söylediğin anlamını yitirmez aslında sana söylenen seni seviyorumlar da değerini yitirmiştir. tatmin etmez duyduğun iki kelime isyan etmeye başlarsın artık sevmiyorsun beni diye..

Sevgi bitmemiştir fakat sürekli duyman alışkanlık yaratmıştır sadece kurgulamaya başlarsın kafanda bitti sevgi falan kalmadı sadece güzel bir anıydı bizimkisi diye...



Hayır değil kalan çok şey var sen piç ettin onu o kadar ve bunun kıymetini bilemedin.

Söylediğiniz sözlerin kıymetini bilin ziyan etmeyin yüreklerinizi, gözyaşlarınızı,terleyen ellerinizi,hatıralarınızı, boşuna dememiş can baba "illede birşeye ait olacaksan renklere ait olacaksın" diye

Sevin, sevilin ama kıymetini bilin...

http://fizy.com/#s/11bvel

20 Kasım 2011 Pazar

Duydum Anne

Duydum Anne
Şehir kargaşasında benliğini yırtarcasına kornaların bağrışmasını ,

Duydum Anne
Beşyüzelli kişinin üç bin mi beş bin mi maaş alsak diye oylama seslerini,

Duydum Anne
Köpük partilerinde çalan yabancı şarkıları,

Duydum Anne
Marangoz Mehmet ustayla, Demirci Recep ’in atölyesinden çıkan sesleri,

Duydum Anne
İki kadehin birbirine kavuşurken “şerefe” eşliğindeki çıkardıkları sesi,

Duydum Anne
Bir kadının haykırışlarını ve yalvarışlarını, sesi ne kadarda senin sesine benziyordu,

Duydum Anne
Bir Adamın için için ağlamasını, kim bilir kimdir,

Duydum Anne
Bir erkek sesi dua okuyor hem de sesi yakından geliyor,

Duydum Anne
Kafamı kaldırırken kafamın tahtaya çarpmasıyla çıkardığı sesi,

Anne ben bu sesleri duyuyorum da onlar neden senin haykırışlarını duymuyor

Siyah Önlük Giymek ya da Giyememek İşte Bütün Mesele Bu

Takvimler 1990'ların ortasını gösterdiğinde okul sıralarıyla, beslenme çantasındaki yumurta kokusuyla,tenefüste it gibi koşturmayla,kokulu silgiyle,kalemin içini çıkararak önümde oturanın kafasına salyalı kağıt atmakla tanışma vaktim gelmişti.Eşşek kadar adam oldun artık iltifatlarıyla okula başladım.İlk günümü hatırlıyorum da benim burda olmamam lazım diye kendi kendime gaz veriyordum.Ne yapacaktım.5 kamyon dolusu çocuğa mavi önlük giydirilmiş hadi bakalım siz burda takılın havası vardı.Zil sesinden sonra işin hiçte gözüktüğü gibi olmadığını anladım.

Mavi önlük devriminin ilk izlerindenim herhalde.Her ne kadar siyah önlük giymeye yetişememiş olsam da içimde hep bir eksik olarak kalacağını düşünüyorum. Her nekadar velet halimle okuldan o zamanlar sıkılmış olsam da şimdi sadece özlem duyuyorum.Özlüyorum o günleri; her sabahandımızı okumayı, özel günlerde andımızdan önce yapılan kısa programları, mavi önlük giymeyi, bir sırada üç kişi oturmayı, kara tahtaya tebeşir ile yazı yazmayı, sırt çantamla okula gitmeyi ( büyüdüğünde klasör taşırsın ).

Dersi kaynatma sevdası aşılanırdı o küçücük yüreklere, kim nerde aşılardı bilinmez ama dersten 10sn çalmanın kar olduğunu düşünürdük.10 kişi çöpün başında toplanır tahta kalemlerimizi teslim ederdik kalemtraşlarımıza ta ki öğretmenimiz yerinize oturun diyene kadar ayrılmak istemezdik çöpün başından.Sonra yine tahta sıralara dönerdik boynumuz bükülerek.

Her ders için ayrı bir defter her defter bir örnek kaplanacak.Her ders için bir kitap.Zor dersler için ek kitap.Nasıl da taşıyormuşuk bir karış boyumuzla onca defteri kitabı hayret doğrusu.Herhalde eğitim sisteminin yalnışlığı tırmanmaya çalıştığımız ilk basamaklara dayanıyor.

Yasaklı kelimelerimiz yoktu ozamanlar ama öğretmenlerimizin uyguladığı ambargolar var dı.Deftere resim yapmak yasak, köşeleri kırışmasın diye ataç kullanmak zorunlu, 0,7 uçlu kalem yasak, tükenmez kalem yasak..... Yani mavi önlüğü giydiğimizde mücadele etmeye başlamışık yasaklarla,

Yerli malı haftamız vardı.Yerli malı yurdun malı herkez onu kullanmalı slagonı ile çıkmıştı karşımıza.Yılda sadece bir günmüydü boykot eylemimiz yoksa hergün devam etmesi gereken bir yaptırım mı olmalıydı tartışılır ama bizde yerli malı evde hazırlanan pasta böreklerin sınıfta hep beraber tüketilmesi demekti.Sınıf mevcudu 40 olsa herkez 1 kilo börek getirse 40 tane çocuk 40 kilo böreği yemesi imkansız.Çözümlenemeyen denklemden farkı yok.Diğer sınıflar ile neden aynı gün kutlamazdık diye düşünürdüm.Aklım şimdi basıyor.40 kişilik sınıfa x değerde börek kalanı öğretmenler odasına.Her gün başka sınıfta yerli malı. Toplamda Y kadar böreğin öğretmenler odasına gitmesi demekti.Bu saçma denklemdende anlaşılacağı gibi 40 kişide yerli MALIymışık.Mal yerine konuluyormuşuk.

O yıllarda başlardı aslında statü farkları.Yukarıdan bakmalar hava atmalar.Herkezin eşit olamayacağını öğrenmeler.Biraz olsun ailene nazın geçiyorsa ve ailen senin için ufak bütçeli ödenek ayırabiliyorsa ikiletmeden alırladı sana otomatik kalem kutuyu.Ne boktan birşeydi o öle bir düğmeye basıyorsun, tabi herkez başında ufo gören masum köylü edalarında izliyor yok kapağı açılıyor,sağ taraftan silgi çıkartıyor kalem traş yeri var bilmem ne bilmem ne görende apollo 13'ü bizim sınıftan gönderiyoruz zanneder. Özenirdik çocuk aklımızla baba benim niye otomatik kalem kutum yok derdik.Ondan sonrası malum diyaloglar zaten.Belkide bir çoğumuz unuttuk bu kalem kutuları.Fotoğrafları görünce mala bağlayarak aaaaa evet vardı diyebiliriz.

Cin Ali vardı efsane.Yılların eskitemediği hikaye kahramanı.Ozamanlar memlekette karikatürist ressam kıtlığımı vardı.Bukadar basit çizikmiş bir karakteri soktular hayatımıza, belki de basit olduğu için kabullendik bizden biri olarak gördük Cin Ali'yi.Cin ali parkta,Cin Ali lunaparkta, Cin Ali orda Cin Ali burda hovardaymış bizim Cin Ali her gece başka bir eğlence peşindeymiş.Günümüz eğitim sisteminde Cin Ali'nin hala yeri varmıdır bilmiyorum ama olmasınıda istemem kirletirler Cin Ali'mi. Cin Ali facebook'ta Cin Ali youtube'de Cin Ali ot çekiyor, Cin Ali cinlikten çıkıyor.

Bir çocuğu okula yollamak çocuğun özgürlüğünü elinden almaktan farksızdı.Çizgi film izleme özgürlüğüm bitmişti.Taş devri, Jetgiller, donald duck ve nicesi çıkarılmıştı hayatımdan.Madem çizgifilm yoktu bizim için, kendimiz yapmalıydık bu işi.Malzemeler bir defter köşesi ve bir kalem.Her sayfaya karakterleri ufak değişimlerle çizerdik.İki parmak haraketiyle 5 saniyelik çizgifilmimiz hazırdı.

Memleketimizden dünya çapında sanatçı çıkmamasıda ilk okul sıralarına dayanır aslında.(Bir kaç istisna var kabul ediyorum).Haftada 1 saat müzik dersi olurdu sol anahtarı, notolar, nota defteri ve fülüt.Herkezin çalması zorunlu üflemeli müzik aleti.Belki ben üflemeli sevmiyorum telli çalgı aleti çalmak istiyorum yeteneğim var. Olmaz illa fülüt çalacan Dünyanın en büyük fülüt flarmoni orkestrasını kurmayı planlıyoruz onun için sizlere bu yaşta fülüt çalmayı öğretiyoruz.Bırak hoca bu ayakları benim tek çalabildiğim alet üflemeli benim, nefesim kuvvetli ondan demiyorsun.

Beden eğitimi derslerini unutmamalı.Dizginlenemeyen bedenlerimizi ıslah etme çabasına sokarlardı bizi.Çok güzel eğitildi bedenim.Bu fiziğimi o günlere borçluyum.Özellikle ellerimi çok kıvrak kullanabiliyorum.Bakınız yandaki fotoğraf.Neymiş çocuklara sporu sevdiriyormuş.Spor cuma günleri son ders olmaz , düzenli yapılması gereken bir eylemdir.Sadece 2 çocuk boyundaki tahta üzerinde takla atlatmak değildir.Okul armasının basılı olduğu zorla aldırılan eşofmanları giyerek hadi bakalım top orda hepiniz oynayın ben kantindeyim demek değildir.



Unutulmuş çocukluğumuzu tozlu raflarda değil içimizde saklamamızdır önemli olan.Çocuk kalmanız dileğimle.

İstiyorum

Yıldızlara dokunmak istiyorum
Ve başak tarlalarındaki buğdaylara
Bir de, bir günlük ömrünün gelmesini bekleyen kardelene
Bekliyorum ayın güneşi kovalamasını
Bir emeklinin durakta otobüs beklediği gibi
Arıyor gözlerim
Bir bebeğin anne memesini aradığı gibi masum
Yetişmek istiyorum
Bir martının vapura yetişmek istediği gibi
Dokunmak istiyorum
Sevgilinin ilk kez elini tutar gibi narin
Görmek istiyorum
Tahliyesini almış birinin özgürlüğü tekrar gördüğü gibi
Kaybolmak istiyorum
Bir kobay faresinden farksız ve anlamsız
Uçmak istiyorum
Bir gün ispinozla birgün serçeyle
Nefesin farkına varmak istiyorum
Yoğun bakımdan yeni çıkmış hastadan farksız
Mutluluk istiyorum
Bir dilencinin para istemesi gibi