20 Kasım 2011 Pazar

Duydum Anne

Duydum Anne
Şehir kargaşasında benliğini yırtarcasına kornaların bağrışmasını ,

Duydum Anne
Beşyüzelli kişinin üç bin mi beş bin mi maaş alsak diye oylama seslerini,

Duydum Anne
Köpük partilerinde çalan yabancı şarkıları,

Duydum Anne
Marangoz Mehmet ustayla, Demirci Recep ’in atölyesinden çıkan sesleri,

Duydum Anne
İki kadehin birbirine kavuşurken “şerefe” eşliğindeki çıkardıkları sesi,

Duydum Anne
Bir kadının haykırışlarını ve yalvarışlarını, sesi ne kadarda senin sesine benziyordu,

Duydum Anne
Bir Adamın için için ağlamasını, kim bilir kimdir,

Duydum Anne
Bir erkek sesi dua okuyor hem de sesi yakından geliyor,

Duydum Anne
Kafamı kaldırırken kafamın tahtaya çarpmasıyla çıkardığı sesi,

Anne ben bu sesleri duyuyorum da onlar neden senin haykırışlarını duymuyor

Siyah Önlük Giymek ya da Giyememek İşte Bütün Mesele Bu

Takvimler 1990'ların ortasını gösterdiğinde okul sıralarıyla, beslenme çantasındaki yumurta kokusuyla,tenefüste it gibi koşturmayla,kokulu silgiyle,kalemin içini çıkararak önümde oturanın kafasına salyalı kağıt atmakla tanışma vaktim gelmişti.Eşşek kadar adam oldun artık iltifatlarıyla okula başladım.İlk günümü hatırlıyorum da benim burda olmamam lazım diye kendi kendime gaz veriyordum.Ne yapacaktım.5 kamyon dolusu çocuğa mavi önlük giydirilmiş hadi bakalım siz burda takılın havası vardı.Zil sesinden sonra işin hiçte gözüktüğü gibi olmadığını anladım.

Mavi önlük devriminin ilk izlerindenim herhalde.Her ne kadar siyah önlük giymeye yetişememiş olsam da içimde hep bir eksik olarak kalacağını düşünüyorum. Her nekadar velet halimle okuldan o zamanlar sıkılmış olsam da şimdi sadece özlem duyuyorum.Özlüyorum o günleri; her sabahandımızı okumayı, özel günlerde andımızdan önce yapılan kısa programları, mavi önlük giymeyi, bir sırada üç kişi oturmayı, kara tahtaya tebeşir ile yazı yazmayı, sırt çantamla okula gitmeyi ( büyüdüğünde klasör taşırsın ).

Dersi kaynatma sevdası aşılanırdı o küçücük yüreklere, kim nerde aşılardı bilinmez ama dersten 10sn çalmanın kar olduğunu düşünürdük.10 kişi çöpün başında toplanır tahta kalemlerimizi teslim ederdik kalemtraşlarımıza ta ki öğretmenimiz yerinize oturun diyene kadar ayrılmak istemezdik çöpün başından.Sonra yine tahta sıralara dönerdik boynumuz bükülerek.

Her ders için ayrı bir defter her defter bir örnek kaplanacak.Her ders için bir kitap.Zor dersler için ek kitap.Nasıl da taşıyormuşuk bir karış boyumuzla onca defteri kitabı hayret doğrusu.Herhalde eğitim sisteminin yalnışlığı tırmanmaya çalıştığımız ilk basamaklara dayanıyor.

Yasaklı kelimelerimiz yoktu ozamanlar ama öğretmenlerimizin uyguladığı ambargolar var dı.Deftere resim yapmak yasak, köşeleri kırışmasın diye ataç kullanmak zorunlu, 0,7 uçlu kalem yasak, tükenmez kalem yasak..... Yani mavi önlüğü giydiğimizde mücadele etmeye başlamışık yasaklarla,

Yerli malı haftamız vardı.Yerli malı yurdun malı herkez onu kullanmalı slagonı ile çıkmıştı karşımıza.Yılda sadece bir günmüydü boykot eylemimiz yoksa hergün devam etmesi gereken bir yaptırım mı olmalıydı tartışılır ama bizde yerli malı evde hazırlanan pasta böreklerin sınıfta hep beraber tüketilmesi demekti.Sınıf mevcudu 40 olsa herkez 1 kilo börek getirse 40 tane çocuk 40 kilo böreği yemesi imkansız.Çözümlenemeyen denklemden farkı yok.Diğer sınıflar ile neden aynı gün kutlamazdık diye düşünürdüm.Aklım şimdi basıyor.40 kişilik sınıfa x değerde börek kalanı öğretmenler odasına.Her gün başka sınıfta yerli malı. Toplamda Y kadar böreğin öğretmenler odasına gitmesi demekti.Bu saçma denklemdende anlaşılacağı gibi 40 kişide yerli MALIymışık.Mal yerine konuluyormuşuk.

O yıllarda başlardı aslında statü farkları.Yukarıdan bakmalar hava atmalar.Herkezin eşit olamayacağını öğrenmeler.Biraz olsun ailene nazın geçiyorsa ve ailen senin için ufak bütçeli ödenek ayırabiliyorsa ikiletmeden alırladı sana otomatik kalem kutuyu.Ne boktan birşeydi o öle bir düğmeye basıyorsun, tabi herkez başında ufo gören masum köylü edalarında izliyor yok kapağı açılıyor,sağ taraftan silgi çıkartıyor kalem traş yeri var bilmem ne bilmem ne görende apollo 13'ü bizim sınıftan gönderiyoruz zanneder. Özenirdik çocuk aklımızla baba benim niye otomatik kalem kutum yok derdik.Ondan sonrası malum diyaloglar zaten.Belkide bir çoğumuz unuttuk bu kalem kutuları.Fotoğrafları görünce mala bağlayarak aaaaa evet vardı diyebiliriz.

Cin Ali vardı efsane.Yılların eskitemediği hikaye kahramanı.Ozamanlar memlekette karikatürist ressam kıtlığımı vardı.Bukadar basit çizikmiş bir karakteri soktular hayatımıza, belki de basit olduğu için kabullendik bizden biri olarak gördük Cin Ali'yi.Cin ali parkta,Cin Ali lunaparkta, Cin Ali orda Cin Ali burda hovardaymış bizim Cin Ali her gece başka bir eğlence peşindeymiş.Günümüz eğitim sisteminde Cin Ali'nin hala yeri varmıdır bilmiyorum ama olmasınıda istemem kirletirler Cin Ali'mi. Cin Ali facebook'ta Cin Ali youtube'de Cin Ali ot çekiyor, Cin Ali cinlikten çıkıyor.

Bir çocuğu okula yollamak çocuğun özgürlüğünü elinden almaktan farksızdı.Çizgi film izleme özgürlüğüm bitmişti.Taş devri, Jetgiller, donald duck ve nicesi çıkarılmıştı hayatımdan.Madem çizgifilm yoktu bizim için, kendimiz yapmalıydık bu işi.Malzemeler bir defter köşesi ve bir kalem.Her sayfaya karakterleri ufak değişimlerle çizerdik.İki parmak haraketiyle 5 saniyelik çizgifilmimiz hazırdı.

Memleketimizden dünya çapında sanatçı çıkmamasıda ilk okul sıralarına dayanır aslında.(Bir kaç istisna var kabul ediyorum).Haftada 1 saat müzik dersi olurdu sol anahtarı, notolar, nota defteri ve fülüt.Herkezin çalması zorunlu üflemeli müzik aleti.Belki ben üflemeli sevmiyorum telli çalgı aleti çalmak istiyorum yeteneğim var. Olmaz illa fülüt çalacan Dünyanın en büyük fülüt flarmoni orkestrasını kurmayı planlıyoruz onun için sizlere bu yaşta fülüt çalmayı öğretiyoruz.Bırak hoca bu ayakları benim tek çalabildiğim alet üflemeli benim, nefesim kuvvetli ondan demiyorsun.

Beden eğitimi derslerini unutmamalı.Dizginlenemeyen bedenlerimizi ıslah etme çabasına sokarlardı bizi.Çok güzel eğitildi bedenim.Bu fiziğimi o günlere borçluyum.Özellikle ellerimi çok kıvrak kullanabiliyorum.Bakınız yandaki fotoğraf.Neymiş çocuklara sporu sevdiriyormuş.Spor cuma günleri son ders olmaz , düzenli yapılması gereken bir eylemdir.Sadece 2 çocuk boyundaki tahta üzerinde takla atlatmak değildir.Okul armasının basılı olduğu zorla aldırılan eşofmanları giyerek hadi bakalım top orda hepiniz oynayın ben kantindeyim demek değildir.



Unutulmuş çocukluğumuzu tozlu raflarda değil içimizde saklamamızdır önemli olan.Çocuk kalmanız dileğimle.

İstiyorum

Yıldızlara dokunmak istiyorum
Ve başak tarlalarındaki buğdaylara
Bir de, bir günlük ömrünün gelmesini bekleyen kardelene
Bekliyorum ayın güneşi kovalamasını
Bir emeklinin durakta otobüs beklediği gibi
Arıyor gözlerim
Bir bebeğin anne memesini aradığı gibi masum
Yetişmek istiyorum
Bir martının vapura yetişmek istediği gibi
Dokunmak istiyorum
Sevgilinin ilk kez elini tutar gibi narin
Görmek istiyorum
Tahliyesini almış birinin özgürlüğü tekrar gördüğü gibi
Kaybolmak istiyorum
Bir kobay faresinden farksız ve anlamsız
Uçmak istiyorum
Bir gün ispinozla birgün serçeyle
Nefesin farkına varmak istiyorum
Yoğun bakımdan yeni çıkmış hastadan farksız
Mutluluk istiyorum
Bir dilencinin para istemesi gibi

Sevdirebilmeli İnsan Kendini

Hava bugün de kapalı.
Dışarısı kalabalık ve kontrolden çıkmış bir kargaşa var.Nereye, ne amaç için koşturduğunu unutan insanlar.

Sebebi nedir bunun?İş güç mü? Yoksa kendini ifade edememek mi belki de gülümsemeyi unutan suratlar.

Yeryüzü yeraltı birbirine girmiş tabutlar gün yüzüne çıkmış bizler de paslı çivilere sahip tabutların zombileri olmuşuk.

Belki de sadece tek yürek olmaktır dünya üzerine çöken bu kara bulutun sebebi.

Tekrardan ve yeniden bir başlangıcı olmalı hayatın. Ama nasıl

Mesela sevgi seyyar satıcılarda 2. el satılsa.Satılsa da parayla alsak.Ücretini ödediğimiz diğer eşyalar gibi değer kazanır belki gözümüzde.Cep telefonuna gösterdiğimiz değerin belki yarısını gösteririz sevgiye, sevgiliye.

Belki de büyümüşlüğün verdiği bir olgunluktan dolayı sevgiyi ikinci planda görüyoruz.Belki de sevgi, deli gibi kalbin çarpması çocukluğumuzun bir parçasıdır.

Eğer öyle ise;

Büyüdüğümüzde çocuk olmaktan mı çıkarız.Yoksa uzaklaşırmıyız.Kim istemez çocukluğuna dönmeyi ama her isteyen dönmek için çaba sarf etmez.Tamam belki boyumuzu kısaltamayız ama kendimize bir şans tanıyabiliriz.

En son nezaman atlı karıncaya bindik ya da sokakta misket oynadık veya zillere basıp kaçtık.

Hatırlamıyoruz bile . Büyüdük çünkü çocukluğumuzla beraber kaldırdık sevgiyide kapısını bir daha hiç açmayacağımız tavan arasına.



Dönemiyorsak eğer çocukluğumuza en azından sevmeli insan sevebilmeli ama sevmek yetmez en önemlisi sevdirebilmeli insan kendini.

Yaşamak ölümün bir parçasıdır

Ölmek nedir ? Yeni bir başlangıç mı yoksa gelmesini istemediğimiz bir son mu?

Sadece sorulardan oluşan karmaşık bir yumak.Toprak altına girmek, yakılmak ya da mumyalanmak inançları bir yere koyarsak hepsi sadece bir sondan ibaret.

Bedenin nefessiz kalmasımı yoksa .

Ünlüler ne diyor bu işe nasıl bakıyorlar birde onlara bakalım.

Cesur Yürek filminde William Wallace karakterini başarıyla oynamış Mel Gibson filmin sonunda celladın son dokunuşundan önce özgürlük diyor.Acaba gerçekten özgürlük mü?

Cesur Yürek filminden "Sonun ölüm olur . Hepimizin sonu ölüm önemli olan nasıl ve neden olacağı." Gerçekten önemlimidir nasıl öldüğümüz trafik kazası veya savaşta yada uçak düşmesi sonucu ya da ufak bir ameliyat için yattığımız hastaneden bedenimizin morga indirilmesi

Kaybedenler Klübü "yine sabah olacak, yine yeni bir gün başlayacak ve ben yine öleceğim. " yoksa hergün ölüyoruz ama farkında değilmiyiz.
Yüzüklerin Efendisi- Yüzük Kardeşliği" Yaşayanların çogu ölümü hakediyor ve ölenlerin çogu yasamayı hakediyor. " Denildiği gibi bir eşitsizlik, haksızlıkmı var ortada
Ölü Ozanlar Derneği "Carpe Diem" uzaktan yakından duymuşuktur bu iki kelimeyi.Ölümle alakası yok gibi gözüksede ölüme inat anı yaşamayı söylemiyor mu bize
Kasımda Aşk Başkadır filminden
"Sara nin Nelson a ayrilirken söyledigi sözler..
Tek sahip oldugumuz sey sendeki anilarim.
Bu anilarim güçlü ve güzel olmali.
Anlamiyor musun?
Böyle hatirlanacagimi bilirsem, her seye gögüs gerebilirim.
Her seye.
Nelson, sen benim ölümsüzlügümsün....." denildiği gibi bir başkasından aldığımız güç ile ölümsüz olabilirmiyiz.
Forest GUMP
"Neden ölüyorsun anne?
Vakit doldu, sıram geldi,
Ah hayır,
sakın korkma bitanem ölüm de hayatın bir parçası." Belkide hayat ölümün bir parçasıdır

80lerin sonu 90ların başı

Çocukluğum 80lerin sonumudur yoksa 90ların başı mı? Hiç bilemedim bu sorumun cevabını, aslında pek bilmekte istemedim.Sonuçta ikiside benim çocukluğumdu  ne fark ederdi ki.
Neydi bu dönemi bu kadar meşhur yapan bilgisayar başında geçirilen çocukluğa yetişememiş son neslin sanal alemi kullanarak yaptığı bir akım mı? Yoksa gerçekten bukadar tutkulu bir dönem mi?
Belki de hiç biri değil sadece saf çocukluğumuzdur.
Bakalım nedir, ne değildir bu 80lerin sonu 90ların başı
Copy past ile çoğaltılmış evlerde yaşamadık mı hepimiz. Nasıl mı? Aşağıda yazanları hepimiz yaşamıyormuyduk.Aynı şeyleri yaparak büyümedik mi? İşte bunun için copy past evlerde yaşadık.
Sokakta oynamaktı, koşturmaktı hem de terli terli hastalığa inat nereye koşturduğunu bilmeden.
Misket oynamaktı, renkli camlara farklı değerler biçerek
Gazoz kapaklarını yan yana dizerek içine cam macunu doldurduğumuz kavanoz kapağını fırlatıp baş oynamaktı
Warnerbros karakterlerinin basılı olduğu tasolarla oynamaktı.
Üzerinde futbolcu resimlerinin olduğu son rakamları eşleştirmeye çalıştığımız artist kağıtlarıyla oynamaktı.
Kendi kurallarını koyduğumuz futbol maçlarını yapmaktı. ( 3 korner 1 penaltı, topu atan alır vs. vs. ).Japon kaleydi, 9 aylıktı, top atan kaleydi.
Raptiyelerle modifiye ettiğimiz telli arabalar ile oynamaktı.
Kasetlere ses kayıdı yapabilmek için altındaki çukuru bant ile kapatmak demekti.
Annemizin elimize tutturduğu salçalı ekmeği arkadaşlarımızla paylaşmak demekti.
Akşam okunun ezanın bir ibadet çağrısı değil de , eve giriş saati olarak bilmekti.
Terry sakızlardan çıkan etiketleri biriktirerek bisiklet sahibi hayelleri kurmak demekti.
Bayramlarda elimizde poşetlerle kapı kapı dolaşıp şeker toplamak demekti.Topladığımız paralarla torpil, çat pat, kız kaçıran , füze almak demekti.
3 çıta ve bir çöp poşedinden veya bir kağıt parçası ve annemizden çaldığımız dantel ipiyle yaptığımız uçurtmayı özgürlüğüne kavuşturmak demekti.
Simiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiit , yağlı kayış, istop, yakar top, 5 taş oynamak demekti.
Düz bir tahta üzerine çaktığımız çiviler arasına saldığımız bozuk para ile maç yapmak demekti.
Topumuzu kesen komşulara düşman gözüyle bakmak demekti.
Sadece pazar günleri sobanın yanında leğen içinde yıkanmak demekti.
Pazar günleri bizimkiler dizini seyretmek demekti.
Parliament sinema kulübünün filmlerini izlemek demekti.
Geç saatlere kadar bekleyip tuttu furitti, emanuella izlemek demekti.
Komşunun zillerine basıp kaçmak demekti.
İyi birçocuk olup şirinleri görmek demekti
Gölgelerin gücü adına diye haykırarak himan'a eşlik etmek demekti.
Riche rich'in parasının nekadar çok olduğunu anlayamamak demekti.
Tsubasanın bitmek bilmez koşu yolu demekti.
Taş devrinden görüp acaba bizim arabanın altınıda çıkarsakmı diye düşünmek demekti.
Efeeemmm diyerek ayı yogiyi taklit etmek demekti.
Teknolojinin nasıl birşey olduğunu jetgillerden görmek demekti.
Nasıl katledildiklerini anlamadan yakari izlemek demekti.
Hayalet avcıları demekti.
Edi, büdü,kurabiye canavarı, minik yani susam sokağı demekti.
Uzaylı alf 'i izlemek demekti.
Cosby ailesi demekti.
Anne zoruyla izlenen yalan rüzgarındaki karakterleri bilmek demekti.
Karaşimşek, A takımı demekti.
Voltran voltran voltran diyebilmekti.
Hugoyu hergün sevgilisine kavuşturmak demekti.
Denver, ninja turtles, clementine, monçiçiler , GI joe izlemek demekti.
Kaptan mağara adamının içinden çıkamayacak birşeyi düşünmek demekti.
Ne dediğini anlayamadığımız bay meraklıyı izlemek demekti.
Var yemez amcanın ne dediğini anlayamamak demekti.
Mahallenin muhtarlarındaki çaydanlığı istemekti.
Aterinin televizyona takıldığında televizyonu bozacağı yalanıyla büyümek demekti.
Tetris demekti.
Sanal bebeği büyütüp öldürdükten sonra arkasındaki düğmeye basarak tekrar canlandırmak demekti.
Bisan ihlas bisiklet sahibi olmak demekti.
Sinek ilacı arabasının arkasından koşmak demekti.
Sobanın üstünde kestane, kızarmış ekmek demekti.
Otobüslere bilet atıp binmek demekti.
Esem ayakkabıların cırtlarını çapraz bağlayarak karizmayı çizdirmemek demekti.
Saklambaç demekti.Körebe demekti.
Tolunay, Ünal,Abdullah, Takoz Recep, Suat, Bülent, H.Şükür, Hayrettin, Sergen demekti.
Tam otomatik kalem kutu sahibi olamamak demekti.
Sigara sakızlar çiğnemek demekti.
Para şeklinde not defteri kullanmak demekti.
Defterin kenarına 3 dikey çizgiden süs yapmak demekti.
Evin içinde oynanan maçlar demekti.
Horoz şeker demekti.
Yüzük şeklinde avuç içi su tabancası demekti.
Show tv'nin geçiş müziğini unutamamak demekti.
Sokaktan geçen kamyonetlerin arkasına takılmak demekti.
Leblebi tozunu şekerle karıştırıp ağzımıza attıktan sonra yusuf diyebilmekti.
Yumiyum yiyebilmekti.
Sulugöz sakızını gururla çiğnemek demekti.
Ağızda patlayan sakızların nasıl patladığına akıl erdirememekti.
Kokulu silgi demekti.
Barış Manço adam olacak çocuk programı demekti.
Kames top demekti.
Büyük orta ufak jetonlarla telefon edebilmek demekti.




Aslında 80lerin sonu 90ların başı
Kirlenmemiş dünün,kirletilmeye yüz tutmuş yarını demekti.


Lambada ki ateş üşüyor

Mihriban türküsünü hepimiz biliriz ve türkü içerisinde geçen bir söz vardır. "Lambada ki ateş üşüyor"... Murat TERZİ'nin Tembel isimli kitabın da bu sözün cidden çok derin anlamlar içerdiğini anlamıştım.

Lambada ki ateş üşür mü?
Evet üşür.
NEDEN üşür.
Ateş sıcaktır.Etrafı kapalıdır ama üşür. Bazen yetmez somut bir sıcaklık.Bir el bir beden, sevdiğinin nefesinde ısınmak kavrulmak istersin.Etrafı camlarla çevrili üşümeyi engelleyemezsin ama etrafında sevdiğin insanlar varsa üşümezsin.Gaz yağıdır ateşi besleyen ama yetmez ateşin ısınmasını sağlamaya. Çünkü ateşte bilir gerçekten üşümemek için gaz yağı değil aşk gerekir.
Fark ettiniz mi hiç.Sevgiliniz ile kış günü el ele dolaşırken üşüdüğünüzü hissetmezsiniz. O küçük el ısıtır bedeninizi. Arada bir titreme de gelmez değil hani o zaman da sokuldunuz mu sevdiğinize lambada ki ateş nere siz nere.

Neden nefret ediyorum

Nefret ediyor muyum yoksa kendimi mi kandırıyorum farkında değilim. Belki de farkında olmayarak sadece farkındalık yaratmak istiyorum.

Aradan geçen zamanla çekilen acıları kıyaslarsak evet azaldı acılar ve arttı nefretler.Sen gideli yıllar olsa da nefretim hala tazeliğini koruyor.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Neden bu blog açıldı.

Hayatı sorgulamamız için seçilmiş en iyi kelimedir aslında "NEDEN". Ama kıvrak bir şekilde kullanmayı bilmeliyiz. Her cevabın öncesinde kullanılır. Öğrenme isteğidir aslında.Bu sitenin açılma sebebi de NEDEN sorusunu sorduğumuz sorulara belki cevap aramakla uğraşacağız belki alakasız ama içten olacak yazılarımız.